VARSA CESARETİN, HADİ SEN DE OKU! ( 2 )


“Erkeksen, hadi yap da görelim!” ya da “Erkeksen, çık ortaya!” denildiğinde; öleceğini bile bile canını dahi ortaya koymak suretiyle meydana çıkıp can verebilen, kaldıramayacağını ve altında kalıp öleceğini bile bile dağı bile kaldırmaya çalışacak olan erkek için: Şiir yazmak; erkeğin en korktuğu ve çekindiği düello, kaçtığı meydan ve kaçındığı yüktür.

 

Çünkü; girdiği savaşta kaybettiğinde veya dağın altında kaldığında dahi işin sonunda MUTLAK kahramanlık ve övülme varken: Başarılı bir şiir yazdığında BELKİ kahraman olacak ve taltif, takdir ve tebrik görecek; ama, başarısız bir şiir yazdığında rezil ve komik duruma düşeceği KESİN, üzüleceği ve incitileceği ise MUTLAKTIR.

 

Onun içindir ki, ister kadın ister erkek olsun: İnsanoğlu, yaptığı en mahrem, en utanılası ve ayıp işi bile göstere göstere yapmaktan çekinmezken; iş şiire geldiğinde, şiir yazarken yanına birisi yaklaşması hâlinde şiirin üstüne kollarını koyma, defteri kapatma, başka sayfaları açma veya bilgisayar ekranını simge durumuna düşürme yolunu seçer.

 

Eğer, şairler tâ en baştan cesur olsaydı:

 

Abdurrahim KARAKOÇ, o muhteşem (ama sorunlu; sebebi başka bir yazı serisinde izah edilecektir.) Mihriban şiirinde; sevdiği kıza Mihriban kod adını vermez, kızın yaşadığı şehir gazetesinde Mihriban kodlu kıza kara sevdalı şiirler yazmazdı!

 

Bu utanma ve çekinme yüzündendir ki; sanki kendisi Mihriban’a gönüllü bağlanmamış da başkaları zorla Mihriban’a bağlamış gibi “sarı saçlarını deli gönlüme, bağlamışlar çözülmüyor Mihriban” demek suretiyle sürç-i kalem / sürç-i kelâm etmiş, kelâm maksadını aşmış ve niyetin dışına taşmıştır.

 

Sezai KARAKOÇ, Mona Rosa şiirinde; sevdiği kız olan Muazzez Akkaya’yı akrostiş kurgu ve sır ambalajına sarıp sarmalayıp saklamaz, şiirini sevdiği kızın paltosunun cebine bir hırsız hassasiyeti içinde parmak uçlarına basarak ya da bir yankesici gibi çaktırmadan sessiz sedasız koymazdı!

 

Yavuz Bülent BAKİLER; “Şaşırdım kaldım işte!” şiirini ve diğer şiirlerini daha tazeyken Fatma’nın bütün ısrarına rağmen Fatma’ya vermemezlik etmez, yıllar sonra bastığı kitabı yıllar sonra karşılaştığı Fatma’ya verip savuşmaz ve ardından “Fatma okumuş mudur acaba?” diye meraktan çatlamazdı.

 

Şiirleri; Abdurrahim gazetede yazdı, Sezai palto cebine koydu, Yavuz bizzat ellerine verdi de ne değişti?

 

Fatma kitabın tamamını okumasına rağmen; fakülte yıllarındayken ısrarla görmek istediği hâlde alamadığı o şiirleri kendisine ithafen yazılmış saymadı ve kendisi için yazıldığını görmedi, (mi acaba)?

 

Fakülte yılları boyunca Yavuz’un kendisini sevdiğini fark edip Yavuz’dan teklif bekleyen, teklif edilmediği için karşılık vermeyen ve utandığı için de kendisinin aşkını dile getirmeyen Fatma’nın, söz konusu şiirleri görmemesi ve bağrına basmaması elbette ki düşünülemez.

 

Kesinlikle, her ikisi de evli olan bu iki insan için: Artık bu işin böyle olması ve bulunduğu hâl üzere kalması; sorduğunda “görmedim!” ve övündüğünde “şımarma!” demek suretiyle, Yavuz’a ümit verici davranışta bulunmaması gerekiyordu.

 

Ve buna rağmen şair: Sevdiğinin onurunu korumak, huzur ve saadetini sürekli kılmak adına; söz konusu kadın başkasıyla evlenmişse ve adı da deşifre olmamışsa, Abdurrahim ve Yavuz’un yaptığı gibi, sevdiği kadının ismini sonsuza kadar saklamaya devam eder!

 

Bu arada: Cesaret edemediği için, şiirlerini yayınlayamadan ölüp giden nice utangaç şair; yazıldığı hâlde daha iyisine ulaşmak için buruşturulup çöpe atılmış ya da yakılmış binlerce şiir, en iyiye ulaşsa da muhatabına sunulamadığı için kitap ve defter yaprakları arasında kalmış yüzlerce şiir vardır.

 

Bir şekilde cesaretini toplamak suretiyle şiir yazıp okuyabilenler de buruşturup attığı ve yaktığı şiirlerin pişmanlığı ve yangını içindedir.

 

Bizzat tecrübeyle sabittir ki: Utanmayan ve utandırılmayan, utanma ve utandırılma kaygısı ve korkusu yaşamayan, zorunlu şiir yazdırılıp da inanmazlıklarla karşılaşmayan, sevdiğinin onurunu korumak için adını saklamayan, çöpe attığı ya da yaktığı şiir için pişman olmayan şair bulunmaz!

 

İşte merhumların ruhları ve dirilerin yüzleri: Halep ordaysa arşın da burda, kendilerine sorun isterseniz!

 

Az daha unutuyordum:

 

Azıcık ıkınıp sıkılarak toplanan cesaretle iki çift duygulu kelâm ettiğinde; şairliği, herkesin ulaşamayacağı yüce bir makam değil de komiklik ve şiiri saygın bir söz değil de basitlik görüp istihza edildiği açıkça belli olan, “Sen de mi şair oldun eşşek oğlu eşşek!” diyen sığırların ve “bak şimdi, ben de şiir yazıyorum!” cümlesinin devamında “Çıktım dalına yedim hamını!” diyen ahlâksızların istihzasına katlanmak da herkesin harcı değildir!

 

Yine şairin utangaçlık merhalesinde olanı; şiire geçmeden önce nesirle peşrev atar, meydanı kolaçan edermiş!

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Altuntaş H. 05 Mart 2024 20:09

    Güzel ve akıcıydı eline sağlık güzel insan

  • Ceyhun Çelik 27 Şubat 2024 12:34

    Ağzına sağlık gardaş.

  • Hakan Dalgaç 26 Şubat 2024 12:05

    Yüreğine sağlık üstadım. Diğer yazılarınızı da okudum tebrik ediyorum.

  • Av. M. Faruk 26 Şubat 2024 10:51

    Müthiş Kamil değişik duygulara götüren tespitler içeren faydalı keyifli bir yazı olmuş değerli hemşehrim tebrik ederim