Çingiz Han sülalesinden Havarezmli Arab Muhammed Han oğlu Ebu'l-Gazi Bahadır Han,
Hive Hanları arasında en ünlüsü kabul edilmekte olup aynı zamanda şair, âlim ve tabiptir.
Kendisi 24 Ağustos 1603'te Ürgenç'te dünyaya gelmiş olup 1619'da babası Arab Muhammed Han tarafından Kat'a vali olarak atandı.
Han olmadan önce İran'da 10 yıl, çok iyi eğitim gören bu değerli şahsiyetin saltanat sürdüğü 1643-1663 yılları arasında Hive Hanlığı en parlak dönemini yaşamıştır.
Ebu’l-Gazi, Tavşan yılında Yayık’taki (Ural) Rus Kazaklarının Ürgenç’e saldırıp, babasının kahramanca Rusları geri püskürttüğü günden 40 gün sonra dünyaya geldiğini belirtir. Yadigâr Han diye de anılır. Annesinin adı Mihri Banu’dur. İyi bir eğitim gördü. Küçük yaşlarda Arapça ve Farsça öğrendi. Türk tarihine merak sardı ve bu konuda araştırmalar yaptı.
Kardeşleri İlbars ile Hubeş'in ayaklanmaları sırasında babasının tarafını tutan Ebu'l-Gazi Bahadır, babası kardeşleri tarafından öldürülünce, 1620'de Buhara Hanlığı'na sığındı. Sonra kardeşiyle korakor yaptığı mücadelelerde muvaffak olamayınca Safevi hükümdarının yanındaki mecburi ikâmeti esnasında Farsça öğrendi ve Türk Tarihi üzerine incelemeler yaptı.
Ebu’l-Gâzi Bahadır Han’ın bu mecburi ikâmeti esnasında Moğol tarihçisi Reşiddedin’in Cihan tarihini de görüp incelediği ve İran’da yaşayan Türkmenlerden Oğuz menkıbelerini dinlediği düşünülebilir.
Ezcümle; mücadelelerle, eser üretmekle, ne uyumak ne yorulmak ne sıkılmak bilmeden, az uyuyarak ilim okumakla, öğrenmekle, öğretmekle geçen bir ömürdü Ebu’l-Gâzi Bahadır Han’ınki…
O, güçlü bir siyaset adamı ve iyi bir tarihçi olduğu kadar Ali Şîr Nevaî ve Babür Şah’tan sonra Çağatay edebiyatının öncü temsilcilerindendi…
O, Türkistan halklarının üstadı ve biricik ilhâmı olan çok müstesna bir kişiydi…
O, çalışkan ve sabırlı bir şahsiyetti…
O, Türkistan halklarının dillerinde dolaşan efsaneleriyle menkıbelerine varıncaya kadar araştıran, Türk tarihinin kaynaklarına inerek Şecere-i Terakkime ve Şecere-i Türk adlı iki ayrı eser vücuduna getirerek Türk ve ilim dünyasının hizmetine sunan bir mütefekkirdi…
O, Tek başına bir “akademya” gibiydi.
O, Türk milletinin yetiştirdiği en büyük âlimlerinden, dilcilerinden, tarihçilerinden ve siyaset adamlarından biriydi…
O, âlim ve fazıl bir kişiydi…
O, Rusların Türk ülkelerine taarruz edip onları esir etmesi üzerine yaralar açılan ruhunda onlara düşmanlık beslemiş, Türk milletinin milli kimliğine sahip çıkarak birlik ve beraberlik içinde Ruslara karşı dik durması için, başta dil ve tarih olmak üzere Türk’ün öz değerlerini korumak için Ruslara karşı kılıcıyla mücadele ettiği gibi kalemiyle de mücadele eden, tabiri caizse Türkistan’ın kılıçlaşmış bir kalemiydi…
O’na göre bir millet dilini kaybederse geriye hiçbir şey kalmaz, yok olur giderdi…
O’na göre ancak milli ve dini değerlere bağlı fertlerin oluşturduğu bir toplum varlığını sürdürebilirdi, bağımsız yaşayabilirdi…
Safevi hükümdarının yanındaki mecburi ikâmeti esnasında Farsça öğrendi ve Türk Tarihi üzerine incelemeler yapan Ebu'l-Gazi Bahadır, İsfahan'dan kaçtıktan sonra bir süre Kalmukların yanında kalıp Moğol dilini ve geleneklerini öğrenmiş ve neticede yıllardır mücadelesini verdiği tahtına kavuşarak dünyaya geldiği Ürgenç'te Han ilan edilmiştir.
İsfendiyar Han'ın ölümü ve hanlığını tanımayan Buhara Özbeklerinin çekilmeleri üzerine Hive'ye gelerek tahta çıktığını resmen ilan eden Ebu'l-Gazi Bahadır Han, Türkmenlerin başkaldırılarıyla uğraştı.
Altmış yıllık ömrüne sayısız mücadeleler, eserler sığdıran Ebu’l-Gazi Bahadır Han, 1663 senesinde tahtını oğlu Enüşe'ye bıraktıktan kısa bir süre sonra dâr-ı bekâya irtihal etti. Kalbi pûr-nûr, mekânı cennet, makâmı âli olsun…
Ve son söz şu olsun:
Vaktiyle cihana bir Ebû’l-Gâzi Bahadır Han gelmiş, hoş gelmiş… Türk'ün gönlüne bahar getirmiş…
Bugünlük bu kadar kâfi.
Bir sonraki yazıya değin selam ve dua ile…