Mapus Damından Notlar – Yedinci Gün: Koğuş Değişimi
Bu sabah sayımından sonra göğe açılan dar avluda otuz dakika volta attım, bir çay içtim ve sonra yine yatağıma uzandım. Uyumuşum. Bir sesle uyandım: koğuşa giren infaz memurları tek tek isimlerimizi okuyordu. “Hazır olsunlar” denirdi her bir ismin ardından. Adım da geçince, “Hayırdır inşallah” dedim içimden. Arkadaşlarla vedalaştık. Sol C-3 koğuşuna verdiler beni. Kağıt üstünde sigara içilmeyen koğuştu ama lafta. Duman bir yolunu buluyordu.
C-3’e girer girmez garip biçimde iyi karşılandım. Oysa geçici koğuşta insanı ürkütmeye çalışıyorlardı. “Volta atarken dikkat et, konuşma, dinle sadece” gibi sözlerle sindirmeye uğraşıyorlardı. Köleliğin ilk taşları orada döşeniyordu. Ama beni ürkütmek öyle kolay mı? Benim korkum sadece Allah’adır; onu da gereği gibi yerine getirebildiğim şüpheli.
Koğuş ağası rolüne soyunan bir mahkûm vardı: Mehmet Sever, Mardinli. “Hoş geldin” diyerek ağırladı. Onun ağalığı benim gelişimden sonra ancak beş-altı gün sürdü. Sonu komikti. Televizyonun kumandasını elinden bırakmadan sürekli kendi istediğini izleyince diğerleri sabretti sabretti, sonra patladı. Bir gün bağrış çağrış derken genç bir mahkûmla birlikte hücreye tıktılar onu. O günden sonra kimse görmedi. Eşyaları da günbegün kayboldu. Hâlâ hatırladıkça gülerim.
Televizyon da gidince koğuş birkaç gün sessiz kaldı ama Sedat Kısacık devreye girdi. Avrupa kupalarını izletmeyi başardı. İlacınız iki günde gelmez ama televizyon bir anda önünüze konur, burası öyle bir yer.
Koğuşa geldiğimde on kişi olduk. Benden iki gün önce Maraşlı Erol abi gelmişti. Beni görünce pek keyiflenmedi. Geçici koğuştaki “ezber bozan” görüşlerimden dolayı kafasında beni dinsiz ilan etmişti. Seccadeyi benden sakladı bir süre, halbuki onun bile değildi. Yetmiş sekiz yaşındaki Mehmet Kaya amcanın seccadesini sahiplenmişti. Ben genellikle yatağımda kılardım namazı. İki rekat, ağır ağır, ayetlerin üzerinde dura dura. Onlar on, sekiz, dört rekat kıldıklarında benim iki rekatım neredeyse aynı sürede bitiyordu.
Mapusta namaz insana derin bir ferahlık veriyor. Olmasa geçmezdi bu kapalı günler. Kendimi Yunus’un balığın karnında hissettim. Çıkış için Rabbime yalvarıyordum; balığın beni kusmasını umuyordum. Karanlıktan aydınlığa çıkmayı dört gözle bekliyordum. Fakat çıkınca Rabbini unutanlardan da olmak istemiyordum. İncecik, keskin bir köprüde yürüyordum. Gözyaşlarım sanki dua gibi akıyor, içimi teskin ediyordu. Rabbim, kendini hatırlatarak bana sabır veriyordu.