8 Ağustos – Üçüncü Günüm
Zorla uyandım bu sabah; sarıldığım nevresim elimden çekilip alındığında, aslında sadece uykum değil, özgürlüğümün de elimden çekildiğini hissettim. Kapalı cezaevinde üçüncü günüm… Merdivenlerden aşağı inerken ayak seslerimiz yankılandı; sıraya dizildik, göğe açılan kapıyı bir gardiyanın eliyle gördük. O küçük kapıdan içeri süzülen hava, özgürlüğün kokusu gibi geldi.
Kahvaltı telaşı basit bir ritüel: zeytin, peynir, ekmek. Fakat içeride her şey basitliğin ötesinde derin bir anlam kazanıyor. Çay makinesi bile yok; ama insan zekâsı burada da bir yol bulmuş. İki kabloyu bir çay kaşığına bağlayıp suyu kaynatabilmek… Belki de özgürlük, çoğu zaman dışarıda sandığımız kadar geniş alanlarda değil, küçük buluşlarda, kısıtlı imkânlarla üretilen mucizelerde gizlidir.
Sohbetler hep aynı yerden açılıyor: “Nasıl girdin, neden girdin?” Mahpuslar arasında garip bir nezaket var; dışarıda kavga edip birbirini yaralayan eller, içeride birbirine çay uzatıyor. Bir adamın oğlu vardı, herkesin ceza sürelerini ezbere biliyordu; adeta içerde hukuk fakültesi okumuştu. Belki de insan, hangi ortama girerse girsin oranın bilgisine dönüşüyor. İçeride geçirilen yıllar, kişiye bir tür “zorunlu bilgelik” armağan ediyor.
Geceleri uykuya direniyor bedenim; yorgun değilim ama zihnim, dört duvar arasında sürekli koşuyor. Sohbetler bizi ayakta tutuyor. Kahkahalar, bir anlığına bile olsa, demir parmaklıkların varlığını unutturuyor. Fakat tahtakuruları unutulmuyor; her ısırık, özgürlüğün yokluğunu bedenime işliyor. Duvarlara yapışan küçük lekeler, aslında burada geçen günlerin görünmez defteri gibi.
Sonra Kur’an elime geçti. Yunus Suresi’ni okumaya başladım. Dura dura, sindire sindire… Dışarıda belki gözden kaçırdığım ayetler, içeride birer fener gibi parlıyor. “Bana sığınırsanız sizi bulunduğunuz yerden çıkarırım” diyor Rabbim. Burada, insanın kendi güçsüzlüğünü kabullendiği noktada bir mucizeye ihtiyacı kalmadığını anlıyorum. Çünkü en büyük mucize zaten içimizde işliyor: kanla yoğrulan bir beden, kemikle örülen bir varlık, anne karnından yürüyen bir insana dönüşmek.
Belki de hapishane, insanın hayatla hesaplaştığı en çıplak mekânlardan biri. Burada geriye süs, oyun, aldatmaca kalmıyor. Yalnızca sen, çıplak hakikat ve duvarların sessizliği…
Ve üçüncü günümde şunu öğrendim: Özgürlük sadece dışarıya çıkmak değil, içerideyken bile anlamı keşfetmek, küçük şeylerdeki mucizeyi görebilmek.