Jose Saramago'nun Mağarası

Jose Saramago'nun Mağara romanı, günümüzde yükselen dev alışveriş merkezleri ve yaşam mekânlarının etkilerini incelikle işleyen bir başyapıt. Saramago'nun kendine özgü üslubuyla yazılmış bu roman, tüketim ve modern yaşamın simgesi olan bir 'Merkez' ile geleneksel, içsel duygularla dolu bir çömlekçinin buluşmasını konu alıyor.
Bu çerçevede Mağara romanı ile ilgili analizimi paylaşıyorum.

REKLAM VE ALGI YÖNETİMİ:
Roman, devasa reklam kampanyalarının yarattığı illüzyonları sorgulamakta.
Örnek: Romanın ‘Merkez’ adlı dev alışveriş merkezi, reklamlarında lüks ve konforu vurgulayarak kendine özgü bir marka imajı oluşturmaya çalışıyor. Bu imaj, tüketicileri ‘Merkez’i sadece bir alışveriş mekânı olarak değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı simgesi olarak görmeye yönlendiriyor.

Tüketim Kültürü ve İhtiyaç Yaratma:
Romanın yaşlı çömlekçisi geleneksel bir yaşam tarzını sürdürürken, ‘Merkez’ tarafından sunulan ürünler tüketiciyi sürekli yeni ihtiyaçlar oluşturmaya yönlendiriyor. Reklamlar, tüketicileri ihtiyaç duymadıkları ürünleri satın almaya teşvik ederek, tüketim kültürünün devamlılığını sağlıyor.

Manipülatif Dil ve Çekici Görseller:
Roman içinde geçen reklamlar, çekici görseller ve manipülatif dil kullanarak tüketicilerin duygusal tepkilerini harekete geçiriyor. Reklamların dilinde kullanılan olumlu ifadeler ve çekici görseller, tüketicinin ürüne karşı olumlu bir algı oluşturmasına katkı sağlıyor.

Birey Kimliğinin Kaybı:
Modern yaşama gönderme yapan romanda; toplumun beklentilerine uymak adına bireyin kimliğini kaybetmesine yönelik eleştiri içeriyor. ‘Merkez’ tarafından belirlenen standartlara uymak, bireyin gerçek özünden uzaklaşmasına ve kişisel değerlerini kaybetmesine yol açıyor.

Kişisel Mutluluk:
‘Merkez’ tarafından sunulan lüks yaşam projeleri, bireylere maddi başarı ve mal sahipliği arasında bir ilişki kuruyor. Ancak bu durum, yaşlı çömlekçinin basit ve anlamlı yaşam tarzıyla karşıtlık gösteriyor. Yaşlı çömlekçi, mal sahipliği yerine kişisel mutluluğun sade yaşamda ve sosyal bağlantılarda bulunabileceği fikrini destekliyor.

Köpek "Buldum" ve İnsan-Doğa İlişkisi:
Cipriano Algor'un yağmurlu bir günde bile köpeği sahiplenip beslemesi, insanın doğa ile olan ilişkisine vurgu yapıyor. Köpeğin adını ‘Buldum’ koyması, insanın doğayla uyum içinde olma isteğini ve rastlantıların önemini sembolize ediyor. Bu, Saramago'nun doğayla insan arasındaki bağı vurgulama tarzının bir örneği.


Ayrıca Yaşlı çömlekçi doğal malzemelerle çalışarak sürdürülebilir bir yaşam tarzını benimsiyor.
Geleneksel el sanatları ile endüstriyel üretim arasındaki çatışma ise modernleşme süreçlerine eleştirel bir bakış sunuyor.

Sanat ve Üretimde Yeniden Başlama:
Cipriano'nun yeni bir işe başlaması, sanatın ve üretimin zaman içinde nasıl evrildiğini gösteriyor. Cipriano'nun depoda kalan malları mağaraya yerleştirmesi, geçmişin sanatını koruma arzusunu simgeliyor.


Değişim ve Dönüşüm:
Cipriano Algor'un rüyası, onun eski üretim yöntemlerini güncellemesi ve teknolojiyi daha fazla kullanması gerektiğine dair bir içsel çağrıya işaret ediyor. Ancak, rüyanın sonunda Cipriano'nun mesleğinin anlamsızlaştığını düşünmesi, modern dünyadaki hızlı değişime ayak uydurmanın zorluklarını yansıtıyor.


Hataları kabul etmek:
Cipriano'nun hatalı biblolarını atmaması, onları saklaması ve kendisinin yaratıcılığını kabul etmesi, sanatçının kusurlarıyla barışma ve onları bir parça olarak görmesini simgeliyor. Bu durum, insanın hatalarını kabul etme ve onları bir öğrenme fırsatı olarak görebilme yeteneğini vurguluyor.


Platon’un Mağara Alegorisi:
Saramago, Platon’un Mağara Alegorisine de atıfta bulunuyor.
Alegoriye göre; bazı insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmişlerdir ve bu insanlar başlarını sağa ve sola çeviremezler sadece karşılarındakini görebilmektelerdir. Doğuştan beri bu mağarada bulunan insanlar mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görür ve bunları gerçeklikleri olarak algılarlar. Nihayet bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağarayı terk eden bu insan mağaranın dışında yeni bir gerçeklik ile tanışır ve duvarda gölgelerini gördüğü nesnelerin gerçek olmadığının farkına varır. Bunu mağaradaki arkadaşları ile paylaşmak üzere mağaraya geri döner. Mağaradaki arkadaşları ise mağaranın dışında farklı bir gerçeklik olduğuna inanmazlar. Ve bu insanlara mağaranın dışındaki gerçekliği aktarabilmek de imkânsızdır. 

KİTAPTAN ALINTILAR

- Kaybettiği zamanı telafi etmek istiyordu, oysa bu, dünyanın en saçma, en anlamsız deyimiydi, insanlığın yitirdiği zamanı telafi etme şansının asla olmayacağı gibi çok acı bir gerçeği saklamaya çabalayan boş bir lafı sonuçta, zaman dediğimiz şey, biz onu gerektiği gibi kullanamadık diye bir köşeye yaslanıp dinleyecek, onun yokluğunun farkına varalım diye dünyanın en sabırlı adamı gibi istifini bozmadan bekleyecek değildi ki. / sayfa 15
 

- Sonları yakındır artık diye düşündü ve bu sefer çömlekçilik mesleğini değil, küçük fabrikaları kastetti. Ama bunun nedeni yeteri kadar uzun düşünmemiş olmasıydı, hepimize zaman zaman olur ya, bir sonuca ulaşmayı gereksiz buluruz çünkü bize dosdoğru sonuca götürecek yolun ortasında durmayı tercih etmişizdir.
 

- Otoriter, yoz, insanın elini kolunu bağlayıcı öğütler veren basmakalıp sözler, bunlara zaman zaman hiç beklenmedik biçimde değer atfedilip inciler adı verilse de, dünyayı kasıp kavuran en şiddetli vebalardan bile tehlikeli ve zararlı bir salgındır.
 

- Başlamak bitirmenin yarısıdır dediğinde sanki yapmaları gereken masa başına oturup uzunca bir dinlenmeden sonra aniden tüm hünerini ve çevikliğini geri kazanmış parmaklarıyla birbiri ardına biblolar yapmaktan ibaretmiş gibi konuşmuştu. Bunlar saf ve hazırlıksız insanların hülyalarıdır. Başlangıç hiçbir zaman yün çilesinin ucu gibi açıkça meydanda değildir. Bilakis başlangıç dediğimiz uzun ve insana acı veren bir süreçtir. İşin hangi yöne ilerlediğini görmek için ağır ağır ve titizce araştırmalar yapılır, değneğiyle yönünü bulmaya çalışan kör bir adam gibi yol alınır. Başlangıç bitirmenin yarısı falan değil, salt başlangıçtır ve ondan önce ne olup bittiyse beş para etmez.
 

- Günün getirecekleri bir şeydir, bizim o güne nasıl bir katkıda bulunacağımız başka bir şey. Yaşadığımız güne getirdiğimiz şey, bir önceki gündür. Hayat dediğin de önceki günleri sırtında taşımaktan ibarettir. Nasıl ki taş toplayan bir adam an gelir topladıklarını taşıyamaz olur biz de bir gün gelir; sırtımızdaki günlerin ağırlığı altında eziliriz ve konu kapanır, yani insanın son günü, başka bir günün önceki günü olmayan bir gündür.
 

 - Çünkü yaşadım, gördüm, okudum ve hissettim. Okumak neye yarıyor. Okuyarak her şeyi öğrenebilirsin. Ben de okudum. O zaman sen de bir şeyler biliyorsundur. Pek emin değilim. Daha dikkatli okuyacaksın öyleyse. Nasıl. Herkes için aynı yöntem yararlı olmaz, her kişi kendi yöntemini geliştirmeli, kendisine en uygun yolu benimsemelidir. Bazıları hayatlarını okuyarak geçirirler ama ak kâğıda yazılmış kara sözcükleri okumaktan öteye gitmezler. Bu sözcüklerin şiddetli bir ırmağın ortasına atılmış taşlar olduğunu ve bizi bir kıyıdan ötekine geçirmeye yaradığını anlayamazlar. Oysaki önemli olan öteki kıyıdır belki. Belki ne. Belki o ırmakların iki değil pek çok kıyısı vardır, belki her okuyucu kendi kıyısıdır aslında ve ulaşılmaya değer tek kıyı o kıyıdır.

 

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • erol yazıcı 09 Şubat 2024 12:18

    başarılı bir değerlendirme, tebrikler