İslamHaber Girişi : 01 Ağustos 2025 16:55

Dost Kimdir? Vakıdî'nin Mühürlü Kesesinden İbretlik Bir Hikâye

Dost Kimdir? Vakıdî'nin Mühürlü Kesesinden İbretlik Bir Hikâye
Gerçek dostluk nedir? Tarihî bir şahsiyet olan Vakıdî'nin sadık dostlarıyla yaşadığı bu etkileyici olay, dostluğun fedakârlık ve vefa üzerine kurulu olduğunu gözler önüne seriyor.

Gerçek dostluk; yalnızca bolluk zamanında değil, en zor anlarda da yanımızda olabilen yüreği zengin insanların varlığıdır. Tarih boyunca dostluk üzerine yazılmış birçok kıymetli hikâye olsa da, İslam tarihçisi Abdullah Vakıdî’nin yaşadığı bu ibretlik hadise, vefanın ve paylaşmanın ne kadar anlamlı olduğunu tekrar hatırlatıyor.

İslam medeniyetinin yükseldiği yıllarda, Hazret-i Peygamber'in seferlerini anlatan Kitabü’l-Megazi adlı eseriyle tanınan Vakıdî, ömrünün son dönemlerinde yoklukla mücadele ediyordu. Bayram sabahı ailesinin perişan haline rağmen sadakatinden ve ilkelerinden ödün vermeyen Vakıdî, iki sadık dostundan yardım talep etti. Ancak olaylar öyle gelişti ki, dostlar arası vefa zinciri mühürlü bir kese altın etrafında dönüp dolaşarak üç dostun da ihtiyacını karşılayacak eşsiz bir dayanışmaya dönüştü.

Bu hikâye bize, gerçek dostluğun maddiyatla değil, kalpten gelen fedakârlıkla ölçüldüğünü anlatıyor.

 

DOST KİM Mİ?

VAKIDÎ'NİN MÜHÜRLÜ KESESİ

 

İslâm toprakları günden güne genişliyor, yeryüzünün görüp görebileceği en insanî medeniyetin elmas kubbesi, gök semaya doğru büyüyerek yükseliyordu. O elmas kubbe altında, insanlığın kadim defterine yine elmas harflerle yazılacak nice hatıralar yaşanmaktaydı.

Hazret-i Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) askeri seferlerini konu alan KİTAB'ÜL MEGAZİ adlı tarih kitabının yazan Abdullah Vakıdî (747-823), yazdıkları ve halka anlattıklarıyla, insanlar bilgilendirir, heyecanlandırır ve iyi insanların safına katılma arzularını coştururdu.

Herkes ONU sever ve takdir ederdi.

Bu gayretli insan, iyice yaşlanmıştı.

Artık eskisi gibi sağa sola koşturamıyor ve kendisine para kazandıracak işlerin üstesinden gelemiyordu.

Ayrıca kendine has fikirleri ve ilkeleri yüzünden devrin büyükleri de, Vakidi'yi unutmuş ve bir köşeye itmişlerdi.

Vakidi'nin kalabalık bir ailesi vardı. Öyle bir zaman geldi ki, kendisi, evlatları ve torunları için ancak kuru ekmek bulabiliyordu. Ailesine karşı mahcup ve boynu büküktü.

 

Derken, bayram geldi.

Vakıdî'nin hanımı, bayram gününün sabahında karşısına geçip

Şöyle dedi:

-"Biz senin aileniz. Senin fikirlerine saygı duyarız ve doğruluğuna inanırız. Bu uğurda sen hangi sıkıntıyı çekersen, biz de seve seve o sıkıntıyı seninle paylaşırız. Bunu zevk ü sefa ile yaparız. Fakat bu yavrucaklarımızın ne günahı var? Şu perişan hallerine bir bak! Bayram gelmiş, onların üstü başı neredeyse çıplak. Senin sözlerine ve uğrunda direndiğin fikirlerine saygı duyanın hiç yok mu?

Zor zamanında imdadına koşacak bir dostun bulunmazmı? Bir haber göndersen de yardım istesen, olmaz mı?"*

Vakidi'nin iki sadık dostu vardı.

Her biri, bir ötekinden daha aziz idi.

Onlardan birine bir mektup yazıp gönderdi. O sadık ve aziz dost, derhal ağzı mühürlü bir kese dolusu altını Vakıdî'ye gönderdi. Kese ile birlikte gelen pusulada ise, içinde bin dirhem altın olduğu yazılı idi. Vakidi, o keseyi açmak üzereydi ki, öteki aziz ve sadık dostundan bir mektup getirdiler. Açtı okudu.

Dostu, Vakıdî'nin durumunu bilmiyordu.

Bilmediği için, ondan acele yardım istiyordu. Vakıdî, elindeki mühürlü keseyi hiç açmadan, mektubu getiren kimseye verip, gönderdi.

Böyle birinci dosttan gelen kese, doğruca ikinci dosta gitmiş oldu.

Vakıdî, o günün gecesinde evine gidemedi.

 

Karısına ne söyleyecekti?

Mescide gitti ve sabaha kadar ibadet edip, Rabbine duâ etti.

Sabah olduğunda ise, "olmuşla ölmüşe çare yok" gidip, karısına olan biteni anlattı.

 

O Saliha kadın, kızıp bağıracak yerde: "Bey, sana da bu yakışırdı. İyi yapmışsın!" dedi.

 

Tam o sırada kapı çaldı.

Açtılar, karşılarında, ilk sadık dostu buldular. Elinde ise, Vakıdî'ye gönderdiği o mühürlü kese vardı ve kese açılmamıştı.

 

Vakidi, bu işe çok şaşırdı. Dostu sordu: - "Sana gönderdiğim bu keseyi sen ne yaptın? Allah aşkına doğruyu anlat!"

 

Vakidi, olan biteni anlattı.

Dostu, onu dinledikten sonra, buğulanan gözleriyle şunları söyledi:

 

""Senin mektubun bana geldikten sonra, bu keseyi derhal sana gönderdim. Fakat bende hiç para kalmadı. Üstelik çok acil bir ödemem vardı. Bunun üzerine ikimizin de dostu olan falancaya mektup gönderdim. Onun o sırada hiç parası yokmuş. Parasız olduğu ve senin halini de bilmediği için, senden istemiş. Sen de benim sana gönderdiğim bu keseyi ona göndermişsin. O da senden gelen bu keseyi, bana yani ilk sahibine göndermiş. Şimdi biz bu kesedeki altınlar üçe böleceğiz. Böylece hepimizin ihtiyacı giderilmiş olacak.

Öyle de yaptılar. Üç aziz ve sadık dost, ihtiyaçlarını giderdiler.

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.