Her yeni doğan güneşi buruşturup atıyoruz takvim yaprakları gibi… Günleri geçerken eriten, geceleri harcayan bizleriz; kaç güneşin doğuşunu sönümlendirdik, kaç hayatı kendi içimizde batırdık, kimleri yok ettik, iz bile bırakmadan. Oysa bir ömür güneşi kucaklayacak gibi yaşar insan; ama aslında o kadar yoruluyor ki, sanki her gün kendi eliyle doğuruyor o güneşi. Ve biz, bir anlam dahi aramadan, sebepsizce söndürüyoruz ışıkları, batırıyoruz güneşi.
Ey acizlik örtüsüne bürünmüş zihin, çıkar kınından zekânı! Zekâ, kılıç gibi; kınında kaldıkça körelir. Bul kendine meydanlar, göğün serili minderi üzerinde aklını sergile. Bırak o da savaşsın, kendi aydınlığını göstersin.
Doğan gereği doğmalısın sen de; tıpkı güneş gibi, İsa gibi, kendi başına. Doğumun, sadece kendine ait, ne kalabalığın bakışına aldır ne insanların düşüncesine. Kendin doğ ve kendin bat, doğarken olduğu gibi batarken de yalnız ol. Ve etrafında dönen bulutlar olacak elbette, ama yükselme; parmak uçlarında yükselmeye çalışmanın gereği yok. Onlara bir nefes üflesen dağılıp gidecekler.
Ben, uyku nedir bilmem. Ama neden bana "uyuyor" muamelesi yapıyor insanlar? Oysa asıl onlar derin uykudalar; kendi yalan dünyalarına gömülmüşler, bana bakıp beni de kendi uyutmalarının bir parçası sanıyorlar. Onların düzenlerine uymuyorum diye batıyorum gözlerine. Ama kendilerini kandırıyorlar; ben batmam. Batasıca insan, kendisi gibi sanıyor beni; oysa doğuyorum her gün, her sabah iş çıkarıyorum onlara.
Ben de bir kere doğmuşum annemden. Ne doğmam, ne batmam onların anlattıkları gibi. Geceler, gündüzler onların uydurması. Aslında buruşturup attıkları her takvim yaprağı, kendi ömürlerinden eksilttikleri bir parçadan başka bir şey değil.