Fizîkî varlığımızla birlikte mânevî varlığımızın temeli olan îmânımız, Tanzimat’tan beri içeriden ve dışarıdan bire bir uygulanan özel programlar, baskı, pres ve markaj kapsamında yok edilmeye çalışılıyor.
Türk milleti; son iki yüz yılın ilk yüz yılında aç ve câhil KALDI, son yüz yılında da “ayakta kalıp ırgatlık ve hizmetçilik yapacak kadar tok=aç” ve “adres sormadan ev ile tarlanın ve adres sorarak da hizmet ettiği yerin yolunu bulacak kadar âlim=câhil” BIRAKILDI.
Beğenmeyip tutum ve ahlâkını eleştirdikleri Müslüman tipinin sebebi, aslında kendileri.
Bütün gayretlerine rağmen, fizîkî varlığımız devâm ettiği gibi; muhtelif bid’at, hurâfe ve belki şirk ile karışık olan îmânımız, genel anlamda “en azından, îmansızlığın bir tık üstünde” olsun direnmeye devâm ediyor.
Peki, neden bizimle birlikte îmânımızı da topyekûn yok etmek istiyorlar?
Bunun iki sebebi var. Çünkü:
1-Allah, âhiret, hak ve adâleti hatırlatıyoruz.
2-Kuyruk acılarını hatırlatıyoruz.
Allah, âhiret, hak ve adâlet: Batı cephesindekilerin hiç anmak ve hatırlamak istemedikleri; anıldığında ya da hatırlatıldığında, kendilerinde bir titreme ya da kudurmaya sebep olan dört kavram.
Son yüz yıla kadar süren târihî süreçte, yüzyıllar boyunca kurmuş oldukları zulüm düzenini yıktık.
Ve kimliğimizi koruduğumuz takdirde, “mevcut zulüm düzenlerini yıkacak” ve “yeni zulüm düzenlerinin kurulmasını engelleyecek” tek gücüz!
Batı cephesinin zâlim düzenini yıkmanın ve engellemenin yanında: Dede ve babaları, amca ve dayıları, kardeş ve kuzenlerinin burnunu savaş meydanlarında sürtüp diz çöktürdükten sonra:
*Çarığımızın altını, atımızın eyer ve üzengisini öptürdük!
*Nine ve anaları, hala ve teyzeleri, bacı ve kız kuzenlerinden şanslı (!) olanlarını saraylarda karı ya da câriye ve şanssız (!) olanlarını da hizmetçi yaptık!
En sonunda:
*Halkın genelini “Kardinal külâhı yerine Osmanlı sarığı görmeyi yeğleriz!” diye kendi iktidarlarına isyân eder hâle getirdik.
*Kadınlarını “hiç olmazsa Selçuklu,.. Osmanlı sarayında karı, câriye ya da hizmetçi olsam!” diye cân atar hâle getirdik.
Bu iki acının da târîfini ancak onlar bilir, ancak en iyi onlar yapabilir!
Belki de “birinci acı = Düzen yıkılışı acısı”ndan daha çok, sâdece “ikinci acı = Nâmus dâvâsı acısı”nın intikâmıyla peşimizdeler!
Aslında, batı cephesindekilerin nâmus acısını yaşamalarının temel sebebi; düzen yıkılışı acısını yaşamalarına sebep olan ve uğrunda acı çekme ile ölümü göze aldıkları zâlim düzeni devâm ettirmede ısrar etmeleri ve kontra atakla hak düzene de savaş açmalarıdır!
Bugünlerde; oldukça “bozulmuş kimliğimiz” ile Allah, âhiret, hak ve adâleti hatırlatmaktan uzak ve vitrine konulamayacak kadar düşük kalitedeki “toplama îmânımız” bile sûreti, sîreti ve niyeti bozuk olan batı cephesi sâkinlerini korkuttu ve ürküttü!
Bu kadar ayağa düşmüş mevcut hâlimiz bile, batı cephesindekilere:
*Öldüremedikleri ya da bir köpek eğitir gibi bize düşmân ettikleri “yaratılış fıtratı = vicdan”larına Allâh'ı, âhireti, hakkı, hakkâniyeti ve adâleti hatırlatıyor.
*Diz çöktürüldükleri eski günleri hatırlatıp yüreklerini ürpertiyor ve kanatıyor.
Batı cephesindekiler, boş bulunup da vicdanlarının "-hişşşt, bir baksana hemşerim!" seslerine kulak vermemek ve eski acıyı yaşamamak için:
*Doğu cephesindekileri görmezden geliyorlar.
*Doğu cephesinden gelecek seslere kulaklarını tıkıyorlar!
*7/24/365 değil 8/25/366 gün durmaksızın, doğu cephesindekilere olan kin ve nefretleriyle kendilerini oyalıyorlar!
Tutumlarına bir kez ara verseler, tutumlarında bir kez gevşeklik gösterseler veyâ “ördükleri duvarda” bir kez gedik açılmasına müsâade etseler:
*Ülkeleri ve hükmettikleri insanlar hür bir ülke ve birey olacaklar!
*Vicdanları gâlip gelecek!
Her iki hâlde de yâni “ülke ve birey hür” ve “vicdanlar gâlip” geldiğinde zulüm düzeni sona erecek!
O yüzden onlar, “Hay bin kunduz, kahretsin; şimdi bunlar da nereden çıktı karşımıza lânet olasıcalar?" dercesine:
“-Bu doğu cephesindekilerin çakma şekli / hurda hâli böyleyse, orijinal hâli eski günlerdeki gibi “başımıza = sistemimize” kesin belâ olacak demektir!”
Deyip doğu cephesindekileri hedef seçtiler!
O yüzden batı cephesindekiler:
*Doğuyu görmek istemediler: Yok saydı, görmezden geldi, hor ve hakir gördü, adam yerine koymadı, kıyı köşelere itti, iyi gözle bakmadı, denk saymadı, baş tâcı yapmadı ve biâd etmesi için uğraştılar!
*Doğuyu sevmediler: Nefret ve ikrâh etti, tiksindi ve iğrendi, aşağıladı; ifrit oldu, parmak salladı, had bildirdi, kapıyı gösterdi ve çelme taktılar!
*Doğuya hayatta yer vermek istemediler: Yok edilecek öcü ve yaratık ile ayrıkotu, ezilecek böcek ve kazınıp atılacak kir gibi görüp her fırsatta ayaklar altına aldılar!
*Doğuyu para ve eğitime yaklaştırmadılar: Doğu cephesindekilerin fakir bir şekilde kırsal alanda kalması ve batı cephesindekileri aksırıp tıksırıncaya kadar doyurması; şehre inmesini engelleyemediyseler, her türlü altyapı ve konfordan uzak olan varoşta fakir şekilde yaşaması; iş sâhibi olmasını engelleyemediyseler, en fazla batı cephesindekilerin ev ve işyerinde hizmetçi olması için ellerinden geleni yaptılar!
( D e v â m E d e c e k )
NOTLAR: