ARAP BAHARI ÜLKELERİ NE DURUMDA
2010 yılının aralık ayında, Tunusun Sidi Bouzid adlı şehrinde seyyar satıcılık yapan Muhammed Buazizinin üzerine Benzin dökerek yakmasıyla başlayan talihsiz serüvenler dizisi kısa sürede tüm Kuzey Afrika ve Orta doğu Ülkeleri kasıp kavuran büyük bir başıbozukluğun habercisi oldu.
Kuzey Afrika Ülkeleri ile Ortadoğu Devletleri, Coğrafyasında kötü bir zaman dilimi içerisinde, Emperyalizm tarafında görevli olan , Graham Fuller ve Henri Barkey gibi, sözde orta doğu uzmanların ortaya attığı sentetiksloganların peşinden koşmak yerine, günlük yaşamın somut gerçekleri ışığında yürümeyi tercih etmeleri bir şekilde hayatta tutunmanın ve insanca yaşamanın yolunu bulmaya çalışmaları daha gerçekçi olurdu. Ayrıca Arap Baharının en hararetli sosyal laboratuvarından olan, Tunus, Libya, Mısır, Suriye ve son olarak da İran ülkelerin yöneticileri sosyolojik bir bakış açısıyla etraflıca analiz etmek; akademik bir çalışma yapmalarının yanı sıra, aynı zamanda bölgedeki toplumsal bozukluklar hakkında.Akademik bir çalışma yapmaları ve biz nerede hata yaptık, demeleri bu doğrultuda bilimse bir çalışmayla ortaya koymaları çok daha faydalı olabilirdi.
Tunus'ta başlayan sözde devrimin ilk kıvılcımı diye adlandırılan Arap Baharının ilk kıvılcımı, Tunusta trajik bir şekilde hayatına son veren seyyar satıcının yalnızca kendi çaresizliğini değil, aynı zamanda Tunus toplumunda yıllardır biriken işsizlik ve adam kayırmacılık gibi herkesin bildiği ama hiç kimsenin dillendirmediği sırları da gün yüzüne çıkarmış oldu. Tunuslu üst düzeyipolitika yapıcıların iplikleri pazara dökülmesinin ardından bitmek tükenmek bilmeyen protestolar, halkın kararlı duruşuyla adeta bir çığ gibi büyüdü ve Ocak 2011'de Zeynel Abidin bin Ali'nin 23 yıllık iktidarı, tarihe karıştı. O dönemde Tunus halkı, daha adil bir sistemin inşa edileceğine; yeni kurulan hükümetin, vatandaştan yana daha kapsayıcı bir tutum takınacağına dair güçlü bir inanç da yeşermişti Ancak bu iyimser hava pek de uzun ömürlü olmadı. Bu sancılı geçiş sürecinde özellikle, laik muhafazakâr kutuplaşması merkez ve çevre ayrımı, yani şehirli elitlerle taşralı kitleler arasındaki Ülkenin kaynaklarına erişim konusundaki eşitsiz bölüşüm giderek daha da görünür hâle geldi. Bu endişe de beraberinde devletin daha güvenlikçi reflekslerle yönetilmesine yol açtı. Kısacası Tunus toplumu son yıllarda,devrimle elde edilen özgürlüklerin yavaş yavaş aşındığı ama yerine yeni bir siyasal ya da toplumsal alternatifin konulamadığı nerdeyse yerinde sayar durumda oldukları geçte olsa farkında oldular.Cumhurbaşkanı Kays Said'in 2021 yılında, Meclisi feshetmesi ve tüm yetkileri kendisinde toplaması ise katıksız umutlarla filizlenen demokrasi ideallerinin yerle yeksan olmasına neden olmuş. Tunusun geleceği Halkı ve zaman belirleyecektir.
Peki Devrimin alacakaranlığında savrulan
Libya toplumu Libya'daki Arap
Baharı süreci, bölgedeki diğer örneklerden çok daha karmaşık ve yıkıcı bir
seyir izledi. NATO'nun 2011'deki müdahalesi ve Muammer Kaddafi'nin linç edilerek öldürülmesi gibi
olaylar, Libya için adeta cehennemin kapılarını aralamış oldu, bu durum uzun bir
istikrarsızlık çağının fitilini de ateşlemiş oldu. Bu süreç içerisinde yerel
halk nezdinde ne özgürlüğe kavuşmuş ne de ülkede kurumsal bir düzen tesis
edebilmiştir. Trablus'taki Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Tobruk daki
Temsilciler Meclisi arasındaki ikili yapı da ülkeyi filen ikiye böldüğü bu gün daha
iyi anlaşılmaktadır. Kaddafi sevdalıları ise bucenderenin ortasında hem bedensel hem zihinsel bir
parçalanmışlık sarmalının içerisinde kendilerine biçilen yeni rolleri oynamaya
mahkûm edilmiş gibiler. Libya da diğer ifadeyle elektrik, gıda ve güvenlik gibi
temel gereksinimlere erişim sınırlı hâle gelirken gündelik hayatın akışı, silah
seslerinin eksik olmadığı günlük rutin hale geldiği bir vaziyettedir.
Mısır ise adeta kuzuların sessizliğine bürünmüş. Ortadoğu Kuzey Afrika (ODKA) halkı kolektif hafızasına kazınan cadı kazanlarından biri de şüphesiz Mısırdaki Tahrir Meydanı olmuştu. Bir diğer ifadeyle,2011 yılının başında milyonlarca Mısırlının kalbinde yeşeren değişim arzusu,tahrir meydanında hayat buldu; Hüsnü Mübarek 30 yıllık otoriter yönetimi, milli irade karşısında dayanamadı nihayet son buldu. Ancak Mübarek ten sonra seçilen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin kısa bir süre içerisinde bürokratik elitler ve askerler ile gerginlikler yaşadı, çünkü Mısır ekonomisi büyük çoğunlukla Askerlerin elindeydi ve hoş olmayan kanunları yasalaştırmaya çalıştı bazılarını da yasalaştırdı bu yasalar hakkında toplumda infial yaratmış oldu Mısır halkı artık yeni bir iç savaş ortamı istemiyordu ve kısa sürede Mursi tutuklandı Ülkede yeni seçimler yapıldı bugünkü yönetim işbaşına gelmiş oldu. Aynı zamanda Mısırda ki bu gelişmeler karşısında 2013 yılında vuku bulan askerî müdahale, yalnızca Mursi'nin devrilmesini değil; aynı zamanda Tahrir Meydanı'nda İhvan idealizm dalgasının da sona ermesine neden oldu. Bu dönemde binlerce kişi tutuklandı,yüzlerce muhalif yargılandı; üniversiteler, medya organları ve STK'ler büyük baskılarla maruz kaldılar. Günümüzde Mısır sokaklarında hüküm süren hayat pahalılığı, genç işsizliği ve çivisi çıkmış sosyal düzen ise vatandaşı siyasi ideallerinden uzaklaştırarak gündelik hayatta dair olan her şey buharlaşsa da en azında hayatta kaldıklarına şükür ediyorlar.
Etnik bölünmenin eşiğine getirilen Suriye geleceğe dair umutları tuzla buz eden yakın tarihin de bizlere gösterdiği üzere,Arap Baharı'nın Suriye'deki yankısı, diğer ülkelerdekinden çok daha kanlı ve göreceli olarak uzun soluklu bir trajediyi beraberinde getirdi. 2011 yılının Mart ayında Dera kentinde, duvarlara rejim karşıtı yazılar yazan gençlerin tutuklanmasıyla başlayan malum olaylar, kısa sürede tüm ülkeye yayıldı ve yerini trajik bir iç savaşa bıraktı. Deralı gençler Şubat 2011 yılında okulların duvarına ey Doktor Başer Esad şimdi sıra sende yazarak yaklaşık 14 yıl sonra halk Esad ın yıkılması için meşaleyi ateşlediler. Beşşar Esad rejimi, bu protestoları sıradan bir güvenlik sorunu olmaktan ziyade, bir var olma tehdidi olarak okudu;tanklarla, varil bombalarıyla, kimyasal silahlarla ve El Muhaberat adlı istihbarat aygıtıyla sivil halkı hedef aldı. Bu süreçte, sınıfsal ayrışmalar,etnik bölünmeler Alevi-Sünni-Arap-Kürt-Türkmen ve toplumsal iklim değişikliği iç savaşın dinamiklerini daha da keskinleştirdi ve Esad Ülkeden kaçmak zorunda kaldı.
Ünlü Diplomat Nikolaos
Van Dam'ın ifadesiyle, muhalifler kendi aralarında bütünlük kuramazken
uluslararası müdahaleler İran, Rusya, ABD, Türkiye ve Körfez ülkeleri Suriye'yi
adeta bir harabeye çevirdi
Savaşın toplumsal yapıda bıraktığı en derin izlerden biri de yerinden edilen 14 milyon Suriyeli komşu
Ülkelere göç etmiş olması oldu. Bu içler acısı yalnız demografik durumu değil
aynı zamanda sosyolojik bir intiharı da beraberinde getirmiş oldu.
İran, Arap Baharı sürecinde doğrudan etkilenmese de bölgedeki gelişmeleri hem ideolojik hem de stratejik açıdan dikkatle izleyen hatta yer yer yönlendiren bir aktör oldu. Ancak bu ekâbirtutum,Tahran'ın kendi yapısal problemlerini çözüme erdirmek için yeterli olmadı. 2009'daki Yeşil Hareket ile başlayan toplumsal huzursuzluklar, 2017'den bu yana çeşitli şekillerde tekrar tekrar gün yüzüne çıktı; özellikle kadınların statükoya yönelik öfkesi zaman zaman kitlesel protestolara dönüştü. Takvimler 2022 yılını gösterdiğinde Mahsa Amini'nin ahlak polisi tarafından gözaltına alınıp hayatını kaybetmesi ise genç kuşak İranlıların 1979 devriminin devleti kutsayan öğretilerinden uzaklaşarak daha bireysel, daha seküler ve daha evrensel şartlar altında yaşam hakkı gibi taleplerde bulunmasına sebep oldu. Bu talepler karşısında oldukça hiddetlenen Molla rejimi ise halkını çeşitli şekillerde baskılamaya devam etmiş oldu. Sonuç olarak, Arap Baharı teorik düzlemde;özgürlük, adalet ve insan onuru talepleriyle doğan, ilk anlarında umut veren bir halk hareketi olarak algılandı. Ancak İran da geçen 15 yılın sonunda yalancı bahar yerini çok daha karanlık ve sert bir kışa bıraktı. Arap Baharı sonrasında birçok ülkenin içine düştüğü durumları oldukça belirsiz ve karanlık bir hal almıştır. Toplumlar ile yönetici elitler, yerel milisler ile merkezi otoriteler, bölgesel güçler ile küresel aktörler arasında kurulamayan denge ucu açık şahsi çıkarların önüne geçmiş oldu
Sonuç olarak dünya kamoyu tarafından Arap baharı olarak adlandırılan bu süreç içerisinde kent meydanlarında özgürlük naraları atıldı devrilmez sanılan diktatörlükler birer birer devrildi. Değişmez zannedilen anayasalar değişti bölgede kartlar yeniden karıldı tüm bunlara ek olarak 2025 senesinde Arap baharının 15 inci yıl dönümünde Ortadoğu Kuzey Afrika Coğrafyasına adeta bir karabasan gibi çöken kasvetli havası kolektif hafızalarımızda bahar görüntüsü yerine kıyamet sonrası tarumar edilmiş sosyal düzeni konu olan Hollywood filimlerine taş çıkartacak türden ve nükleer felaket sonrası yaşanan kış ortamını andıran ortam yaratmıştır. adeta