Amr ve Zeyd’den Ebüssuûd Efendi’ye Sualler: Osmanlı Altın Çağı Fetvaları

Tarihçiler tarafından bir devletin genel bir portresi bakıldığında “Altın Çağ” yakıştırması sıkça olagelen bir durum hatta bir yakıştırmadır. Esasen bu tabirin varlığına veya tanımlamasına gerek görmesem de genel geçer bir görüş olarak I. Süleyman dönemi Osmanlı’nın “Altın Çağı” olarak zihinlere yer etmiştir.


Bu çağdaki askerî faaliyetler bunun temel dayanağı olsa da tarih dediğimiz “şey” sadece büyük ovalarda eli kılıçlı binlerce kişinin birbirini gerekli sebeplerinden dolayı öldürme tahayyüllerinden ibaret değildir.


Sosyal yaşam benim oldum olası hep ilgimi çekmiştir. Osmanlı toplumunun sosyal hayatı için ise bunun yöntemi 19. yüzyılda ortaya çıkmış Vekâyi-i Mısriyye, Takvîm-i Vekâyi, Le Stamboul, La Gazette Française de Constantinople gibi gazetelerden önce şüphesiz kadı sicilleri ve şeyh’ülislâm fetvaları araştırmacıların bir numaralı kaynağıdır. Bugünkü yazımızda da Kanunî ve II. Selim devrinin meşhur şeyh’ülislâmı Ebüssuûd Efendi’den Osmanlı halkının aldığı fetvalardan en çok ilgimi çekenleri günümüz Türkçesiyle sizlere aktaracağım.


Bu fetvaları İ. İ. A. Yayınları’nın 1972 yılındaki, M. Ertuğrul Düzdağ’ın 2018’deki ve H. Necati Demirtaş’ın 2017 yılındaki yayınladıkları eserlerden derleyerek sizlere aktarıyor olacağımdan dipnot belirtmeyeceğimi de okura açıklamak isterim. İlaveten kafa karışıklığı olmaması için belirtmek lazımdır ki fetvalarda hayalî karakterler olarak sık sık okuyucu, Zeyd ve Amr isimli bilinmeyen kişilerle karşılaşacaktır. Bu tabir sorulan sorulara üstü kapalı olarak kişi tayin etmek içindir. Zeyd ve Amr yerine isterseniz Ahmet ve Mehmet veya Ali ve Veli isimlerini koyabilirsiniz. Ya da bir nevi “x” ve “y” olarak düşünürseniz okumak daha kolay hale gelecektir. Bazı fetvalarda Zeyd ve Amr’dan başka Hind, Hatice gibi kadın karakterler de mevcuttur. Bu tarz kişilere dediğim gibi Ahmet ve Mehmet, Ayşe ve Fatma gibi gelişigüzel isimler olduğunu Türkiye gibi okuma-yazma oranı yüksek olsa da okur-yazar oranı diplerde olan bir memleket için tekrarı uygun gördüm.


Osmanlı fetvaları ve kadı sicilleri okumak gerçekten oldukça eğlenceli ve şaşırtıcı olabiliyor. Yine eski bir yazımda (“İbret-i Alem”den Örnekler: Osmanlı'da Kadına Şiddet, Suç ve Ceza) yoğunluk olarak kadı sicillerine yer vererek mezkûr kaynaklardan yararlanmıştım. Osmanlı toplumu hakkındaki farazi ve uçkuru kaçık yorumlamalar ancak ideolojileri kuru kuruya besleyerek hayalî ve duygusal yaklaşımlarla gerçekten bir o kadar uzak zararlı sonuçlara yol açıyor.


Arz ve talep dengesini çok iyi yorumlayabilen cingöz yazarlar(!) özellikle “falanca” kişilerden duyduklarını hatırlama ve irdeleme konusunda pek mahir olan korunmasız halkın fikir dünyalarını gasp etmektedirler. Burada tek suçlu bu cingöz yazarlar taifesi değil elbette. İşin ehli kişilere inanmak yerine duydukları onları daha tatmin ve memnun ettiğinden algıda ve gerçekte seçicilik yapan bir noktada yine bu halkın kendisi. Tabiri caizse bu cingöz yazarlar, yolunacak kaz bulmakta aslında hiç de zorlanmamaktadır.


Fetvalara geçmeden önce fetvayı verenin de kim olduğundan kısaca bahsetmek gerekir diye düşünüyorum. Genel hayatı hakkında bilgilerden ziyade daha arka planda kalmış bilgilerle tanıtmaya çalışacağım. Kanunî ve II. Selim’e toplam 29 yıl(1545-1574) şeyh’ülislâmlık yapan Ebüssuûd Efendi’yi kaynaklar; zayıf, uzun boylu, uzun sakallı, nur yüzlü, vakur ve heybetli biri olarak tanımlar. Son derece sade giyinen, çevresindekilere nazik davranan biri olmasına rağmen, mehabetinden dolayı meclisinde kimse kolay kolay söz söyleyemezdi. Sözleri büyük saygıyla dinlenir, dindar ve zahid bir kişi olarak görülürdü. Döneminde kendisine, “İkinci Ebu Hanife”, “Müfessirlerin Sonuncusu” ve “İkinci Muallim” (ilk muallim: Kemalpaşazâde) gibi unvanlar verilmiştir. Osmanlı şeyh’ülislâmları arasında, tefsir ve fıkıh alanında en büyük âlimlerden biri sayılmaktadır. Kendisi için yazılmış kasideler, tarihler, biyografi kitapları ve çeşitli eserlerde yer alan övgülere bakılırsa, zamanını aşan bir şöhrete sahip olduğu anlaşılır.


Döneminin en nüfuzlu isimlerinden biri olmasına rağmen siyasete karışmayan Ebüssuûd Efendi’ye, Kanunî büyük bir saygı ve güven beslemiş, önemli meselelerde onun görüşlerine başvurmuştur. Padişahın Zigetvar Seferi sırasında ona yazdığı, “hâlde hâldaşım, yaşta yaşıtım, ahiret kardeşim, hak yolunda yoldaşım...” sözleriyle başlayan mektup, aralarındaki bağın ne kadar güçlü olduğunu gösterir.


II. Selim tarafından da büyük saygı gören Ebüssuûd Efendi, onun döneminde olduğu gibi III. Murad ve III. Mehmed dönemlerinin önde gelen ilmiye mensuplarının da hocasıdır.


Konuyu daha fazla uzatmadan, okuyunca eminim ki hayretlere düşeceğiniz ya da en azından sizi düşünmeye sevk edecek fetvalar derlememize geçelim.


1. Mes’ele: Sünnet olduğu dönemde alışılmıştan eksik kesilmiş olan Zeyd, tekrar sünnet olabilir mi?
Elcevap: Olamaz.


2. Mes’ele: Zeyd, "Eğer bir daha İstanbul’da şarap içersem, anamla Mekke-i Mükerreme’de zina etmiş olayım" dese, şarap içtiği takdirde şer'an ne gerekir?
Elcevap: Hadd-i şurb (içki cezası) gerekir.


3. Mes’ele: Zeyd, kendi mülkünde, bir gece Amr ile Zeyd’in kız kardeşi Hind zina etseler, Zeyd Amr’ı öldürse ve Zeyd’in annesi Hind’i öldürse, örfe göre bunlara müdahale etmek mümkün olur mu?
Elcevap: Asla mümkün olmaz.


4. Mes’ele: Gayrimüslimlerin kiliseyi tamir etmelerine yardım eden Müslümanlara ne gerekir?
Elcevap: Eğer kilisenin kadim (eski) olduğuna inanıyorlarsa bir şey gerekmez, fakat yeni yapıldığına inanıyorlarsa ağır bir ta’zir (disiplin cezası) gerekir.


5. Mes’ele: Zimmî (gayrimüslim) olan Zeyd, kâfir bayramında Müslüman Amr’a çörek ve kırmızı yumurta verse ve Amr da kabul etse, Amr’a şer’an bir şey gerekir mi?
Elcevap: Eğer bunu o günü tazim (yüceltme) amacıyla değil, sadece komşuluk hakkını gözetmek için yapmışsa bir sakınca yoktur.


6. Mes’ele: Zeyd’e hac farz olsa, hacca gitmesi mi evladır, yoksa hacca gideceği parayla çok muhtaç olan bir yere su götürmesi mi daha iyidir?
Elcevap: Hacca gitmek gerekir.


7. Mes’ele: Zeyd, Hind ile nikâhlanıp, gerdeğe girmeden (halvet-i sahîha olmadan) vefat etse, Hind tam mehri almaya şer'an hak kazanır mı?
Elcevap: Hak kazanır.


8. Mes’ele: Zeyd, Amr’ın haberi olmadan onun eşeğini alıp satsa, hırsız sayılır mı?
Elcevap: Sayılır ama eli kesilmez.


9. Mes’ele: Bir şehirde açıkça şarap satılıp, Müslüman olduğunu söyleyenlerin çoğu utanmaksızın, dinin yasaklarını hafife alarak şarap içtiklerinde, şer'an onlara ne gerekir?

Elcevap: Dinin yasaklarını hafife alarak içen kişi kâfir olur, onun hanımı ise hâindir.


10. Mes’ele: "Mümin olan kişi, hayrın da şerrin de Allah’tan geldiğine inanmalıdır" demek mi gerekir, yoksa "Hayır Allah’tandır, şer ise kulun nefsindendir" demek mi gerekir?
Elcevap: Hayır da şer de Allah Teâlâ’nın yaratmasıyla olur. Ancak hayır, Allah’ın lütfu ile olur; şer ise kulun kötü hali sebebiyle olur.


11. Mes’ele: Amr, sürekli olarak din âlimlerini ve şeriat erbâbını kötüleyip, "Kadılar haram yer, müderrisler(ders veren hocalar) de şüpheli şeylerden uzak değildir, bunların ilmi cehaleti gidermeye yetmez, her türlü bozgunculuk âlimler arasından çıkar, cahiller haramdan daha çok sakınırlar" dese ve sürekli âlimlerin kusurlarını araştırıp onları küçümseyerek insanlara nefret ettirse, ona ne gerekir?
Elcevap: Eğer din âlimlerine ilimleri sebebiyle kin duyuyorsa kâfir olur. Ancak onlara isnat ettiği(suç yüklediği) fiiller nedeniyle buğz(düşmanlık) ediyorsa bir şey gerekmez, sadece günahsız olanlara iftira etmemelidir.


 12. Mes’ele: Zeyd, "Sakalını tıraş eden ve kırkan kişinin üstadı İblis ve Ebû Cehil’dir" dese, Zeyd’e ne gerekir?
Elcevap: Ebû Cehil olduğu kesin değildir. İlk kısmı (İblis meselesi) doğrudur, çünkü her gayrimeşru fiili şeytan öğretir.


13. Mes’ele: Padişahın kulu olan Zeyd’e "o*****nun kâfiri" diyen Amr’a ne gerekir?
Elcevap: Şiddetli ta’zir(ceza) gerekir, çünkü Müslümana kâfir dediği için eklenen niteleme (mezkûr hakaret) geçerli sayılmaz.


14. Mes’ele: Haşa, "Allah’tan korkmam" diyen Zeyd’e şer'an ne gerekir?
Elcevap: Kesin bir kâfirdir, İslam’a dönmezse öldürülür.


15. Mes’ele: Zeyd, içki içip mahallesine geldiğinde, Amr ona "Allah’ını ve Peygamberini -haşa- filan ettim" diyerek saygısızlık etse, o mel’una ne gerekir?
Elcevap: Kâfirdir, öldürülmesi helaldir. Karısı da boş olur, dilediği Müslüman ile evlenebilir.


16. Mes’ele: Zeyd, "Filan kadınımla birlikte olursam, Mekke-i Şerif’e taş atanlardan olayım" dese, böyle demesiyle karısı boş olur mu?
Elcevap: Eğer "olayım" dediyse boş olmaz, ancak "olmuşlardan olayım" dediyse "kâfirlerden olayım" demek gibi olur; birlikte olursa kâfir olur, eşi boş olur. Eğer birlikte olmazsa, dört ay sonra boşanmış sayılır.


17. Mes’ele: Bazı kişiler defnedildikten sonra, kabirde kefenlerinin ıslandığı, bedenlerine kan geldiği, vücutlarının kızardığı görülse, bunun bir sebebi var mıdır?
Elcevap: Eğer gerçekse, Allah’ın takdiridir. Kötü insanlardan bazıları, hayatta işledikleri günahlar nedeniyle böyle cezalandırılabilir.
Bu durumda: Böyle bir cesede nasıl davranılmalıdır?
Elcevap: Üzeri örtülmelidir. Eğer Müslümansa bir zararı olmaz.
Bu durumda: Bazı kişiler onu mezardan çıkarıp yakmaya yetkili midir?
Elcevap: Hayır, yetkili değildirler.


18. Mes’ele: Bir gece bir mecliste hayal-i zil oyunu oynanırken(Karagöz ve Hacivat), imam ve hatip olan Zeyd de orada bulunup, oyunun sonuna kadar izlese, imamlıktan ve hatiplikten azledilmeyi hak eder mi?
Elcevap: Eğer ibret almak amacıyla ve düşünerek izlediyse azledilmez.


19. Mes’ele: Kur’an falı açmayı alışkanlık haline getiren müezzinin adil olduğu takdirde imamlığı caiz olur mu?
Elcevap: Sonrasında edebe uygun bir şekilde bu alışkanlığı terk ederse olur. Kur’an ile fal bakmak doğru değildir.


20. Mes’ele: Zeyd, Sultan Bayezid’e(padişah olanlar değil, Kanunî’nin oğlu Şehzade Bâyezid kastedilmektedir) yazılıp yanına gidip birkaç gün yanında kaldıktan sonra kendi isteğiyle geri döner. Ancak döndüğünde, şehrin kadısı halkla toplanıp "Senin tevben kabul edilmez" diyerek onu öldürür ve namazını kıldırmaz, Müslüman mezarlığına defnetmezse, şer'an ne gerekir?
Elcevap: Eğer tevbesi sahihse öldürülmesi haramdır, katili diyet ödemelidir.


21. Mes’ele: Bir imam, "Hallac-ı Mansur, şeriata göre kâfir olsa da hakikatte kamil bir mümindir" dese, böyle inanıyorsa ona ne gerekir?
Elcevap: Hallac-ı Mansur’a zamanında ne gerekmişse o gerekir. (Hallac-ı Mansur linçlenerek öldürülmüştür)


22. Mes’ele: Camilerde para toplayan dilencilere para veren kimselere şer'an ne gerekir?
Elcevap: Dilenciler cezalandırılarak engellenmelidir, onlara para verenler de günah işlemiş olur.


23. Mes’ele: Merhum Sultan Mehmed Han -Allah’ın rahmeti ve mağfireti üzerine olsun- hazretleri(Fâtih Sultan Mehmed’den bahsediliyor), İstanbul ve çevresindeki köyleri zorla mı fethetmiştir?
Elcevap: Bilinen, fetihin zorla gerçekleştiğidir. Ancak eski kiliselerin yerinde bırakılması, fetihte barışın da etkili olduğunu gösterir. 945 (Hicri) yılında bu konu araştırılmıştır. Yüz on yedi yaşında bir kişi ve yüz otuz yaşında bir kişi bulunmuş, Yahudi ve Hristiyanların gizlice Sultan Mehmed ile anlaşarak tekfura yardım etmediklerini, Sultan Mehmed’in de onları esir etmeyip durumlarını olduğu gibi koruduğunu belirtmişlerdir. Bu şekilde fethedildiğine dair müfettiş huzurunda şahitlik etmişler ve bu şahitlik nedeniyle eski kiliseler yerinde bırakılmıştır.


Bazı sualler iddia ettiğim kadar şaşırtıcı olmalı. Bu fetvalardan şunu çok açık bir şekilde anlıyoruz ki, oldukça yaratıcı bir zihne sahip olmakla birlikte hiç de şaşılmayacak şekilde çeşitli günahlar işlemiş veya meraklı bir toplum tezahürüyle karşı karşıyayız.


Osmanlı toplumu hakkında “bir tek dilenci bile göremezsiniz” diye laf kalabalıklığından ve kuru tatminden başka hiçbir şey yapmayan bazı cambazlara 22. sual pek abes gelmiş olacaktır. Böyle bir sorunun sorulması alenen dilencilerinin varlığının göstergesi olmakla birlikte, sizin de okuduğunuz üzere Şeyh’ülislâm Ebüssuûd Efendi kesin olarak bu duruma olumsuz bakmıştır. 20, 21 ve 23. suallere baktığımızda ise toplumun bazı tanıdık simalara da aşikar olduğunu ve bunlar hakkında da merakları olduğunu görmekteyiz. 17. sual ise oldukça ilginç olup “hortlak”ların varlığı teyit edilmeye çalışılmıştır. Her suali ve fetvayı açıklamaya gerek olmadığını düşünerek okuyucunun gerekli anlamları çıkaracağına güvenmekteyim.


Kılık kıyafetten evliliğe, mehirden “kısasa kısas”a o zamanki insanların gündemini ve zihnini meşgul eden bu sorular bir toplumun zihniyetinin de tezahürüdür. Bu seçtiğim fetvalar elbette ki bana göre en enteresan ve ilginç olan fetvalardı. Kaldı ki sırf Ebüssuûd Efendi’ye sorulmuş yüzlerce soru var. Bu suallerin çoğuna gerçekten yaşanmış olup üstü kapalı bir şekilde icazet alma çabası veya yaşanması muhtemel olaylar olarak görmek gerekir. Şüphesiz yaratıcı hayal gücü ürünleri de mevcut olacaktır.


Boş zamanlarımda sık sık fetvaları okumaya gayret eden ve bundan da oldukça keyif alan birisi olarak bu “hobi”mi siz okurlarıma da çeşitli kısımlarla aktarmaya çalıştım. Umarım ki okur, Osmanlı toplumu hakkındaki düşüncelerini gözden geçirmeye ve basmakalıp ifadelerin cazibesine kapılmamaya gayret göstermeye karar verip uygular.


“Zeyd, gazete, dergi, kitap, makale suretiyle bir avuç okuruna bilgi vermeye çalışmasının ve ilim yapmasının hükmü nedir?” sualine karşılık elcevabın hukuken her daim “Olur, uygundur.” ile cevaplanması dileğiyle…

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.