AKILSIZ ÂLİM, ZERRE

Bir insanın akıl sahibi olduğunun söylenebilmesi için, kâr ve zarar muhasebesi yapabilmesi, sonuç odaklı plan yapabilme kabiliyetinin olması ve hareketlerinin sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde mantıklı ve anlaşılır bir şekilde olması gerekir.

 

Muhalif manası ile kar ve zarar hesabını yapabilme yeteneğinden yoksun olan insan akıldan yoksun olarak kabul edilir. Akıldan yoksun olanların ise mantıklı, ilimli ve hikmetli hareket etmeleri beklenemez. Akıldan, şuurdan ve ilimden yoksun akılsızlardan bir ordu teşekkül edilse dahi bu kalabalıktan hikmetli neticeler hâsıl olması mümkün değildir.

 

Tabiatı teşkil eden ana unsurların (hava, su, toprak, güneş, vs.) şuurları, iradeleri ve ilimleri olmadığı gibi hayatları da yoktur. O halde hayatsız ve akılsız unsurların birleşmesinden hasıl olan neticelerin de karmakarışık ve hikmetsiz olması icap eder. Ancak gözümüzle görüyor ve aklımızla da anlıyoruz ki kâinatta cereyan eden hadiselerin hepsi sebep sonuç ilişkileri içinde ilimli ve hikmetli bir şekilde gerçekleşiyor ve her bir hadisenin zincirleme reaksiyonunu bir kanunla irtibatlandırmak suretiyle izahını yapabiliyoruz.

 

Öyle ise kâinatta cereyan eden ilimli hadiseleri, tabiatı teşkil eden akılsızlar ve ölüler ordusuna vermek mümkün olabilir mi? En küçük bir hadiseyi ve neticeyi dahi tabiatın aklına havale edemiyorsak, bu durumda tabiatta cereyan eden hadiseleri ve neticeleri bütün sebepleri yaratan bir kudrete vermek gerektiğini aklı olan insanın kabul etmesi lazım gelmez mi?

 

Bir canlının canlı olabilmesi için karbon, hidrojen, oksijen ve azot gibi cansız zerrelere ihtiyaç vardır. Nasıl oluyor ki her birisi cansız olan bu ölüler topluluğu bir araya gelip bir canlıyı teşkil edebiliyorlar. Dünyada ki bütün körler bir araya gelse bir gören göz olamayacağı gibi, bütün cahiller toplansa bir âlim olamayacağı gibi, kâinatın bütün ölüleri toplanıp bir araya gelse bir canlıyı teşkil edemeyecekleri de apaçık bir gerçektir. Madem öyledir, canlıların vücudunu teşkil eden bu kadar cansızlar topluluğunun bir araya gelerek bir canlıyı oluşturmasını hangi ilim, fen ve felsefeyle izah edebiliriz.

 

Bir su zerresi, ışık zerresi, hava zerresi gibi zerreler bitki, hayvan, insan vs. bütün mahlûkatın her birini ayrı ayrı tanıyor biliyor gibi bir tarzda hepsinin vücudunda ayrı ayrı ilimli hikmetli acayip işler görüyorlar.

 

Kendi varlığından habersiz olan hava zerresi bütün canlı ve cansız mahlûkatın vücuduna girip adeta onları tanıyormuşçasına vazifeler, işler gördüğü gibi aynı zamanda da havada gezinen sınırsız sayıda görüntü, ses, renk, koku, ışık, ısı vs. gibi maddeleri bir yerden alıp başka bir yere taşıyorlar. Bu kadar çok karışık ve birbirine benzemeyen farklı farklı acayip işleri hiç birbirine karıştırmadan tam ve mükemmel bir şekilde yapıyor, yerine getiriyor.  

 

Zerrelerden müteşekkil toprak, bağrında bulunan ve birbirine benzeyen milyarlarca tohumu, çekirdeği tanımadığı ve bilmediği halde hiç birini diğerine karıştırmadan adeta toprak, biyoloji, kimya vs. ilimleri ve hatta bunların tabi olduğu kanunları ve her birinin bütün geçmiş hayatını teferruatıyla biliyor gibi akılları hayrete sevk edecek şekilde harikulade bir âlim gibi işler görüyor, her bir tohum ve çekirdeği çimlendirip, yetiştiriyor.

 

Bütün zerreler (hava, su, toprak, güneş vs.) adeta el ele, kafa kafaya verip hep birlikte ittifak ederek bütün hayatını ilim tahsil ederek geçiren bir insanı ve hatta insanlık aleminin bütün alimlerini çaresiz bırakacak derecede mükemmel işler görüyorlar. Hassas ölçülerde bir araya gelen aynı ölülerden insan, bitki, hayvan, kuş, sinek, balık vs. gibi sayısını bilemediğimiz akılları hayrette bırakacak derecede güzellikte ve hiçbir şekilde birbirine benzemeyen mükemmel canlı mahlûklar meydana geliyor.

 

Acaba hangi akıl sahibi, cansız, akılsız ve ilimsiz zerreler bütün bu işleri kendi ilmi ve iradesi ile bilerek ve kasti olarak yapıyor diyebilir?

 

Cansız, akılsız ve şuursuz zerrelerin bir araya gelmelerinden meydana gelen her biri mucize olan neticeler büyük bir aklın ve ilmin varlığına, dolayısıyla bir akıl sahibinin ve bir âlimin varlığına işaret ediyor, şahitlik ediyor.

 

Bütün dünya âlimleri bir araya gelseler acaba akıldan yoksun, cansız zerrelerden müteşekkil bir küçük çekirdeği vücuda getirebilirler mi?

 

Elbette aklını yitirmemiş, gözüne perde inmemiş insaflı insan, bütün bu acayip işlerin, bütün kâinatı ve mahlûkatı yaratan, bütün zerreleri kanunlarla birbirine bağlayıp bir vazifeyle vazifelendiren yaratıcı bir kudret tarafından yapıldığını kabul ediyor.

 

Saati oluşturan parçaların (çarklar, akrep, yelkovan, vs) cansız ve ilimsiz olduklarını kabul ettiğimiz halde her birinin bir araya gelip bir neticeye yönelik hikmetli bir şekilde hareket etmelerini saatin kendisine vermek mümkün olabilir mi?

 

Akıl var mantık var diyerek her hadiseyi eksik ve bozuk mantık terazisiyle tartmaya çalışan insanlardan başka hangi insan, bütün bu mükemmel harikulade işleri akılsızlar ve ölüler ordusunun yaptığını iddia edebilir? Bu iddia ile insan aklını ve insanlığını inkâr etmiş olmaz mı?

 

Halık-ı Kâinat (kâinatı yaratan) ve Malikül Mülk (mülkün sahibi) olan Allah’ın (c.c) kudretini ve tasarrufunu aciz mahlûklara vermeye kalkışmamalı. 

 

İnsan, kendisine verilen akıl nimetini bu kadar hor ve hakir kullanarak akılsız, cansız mahlûkata Allah’ın kudretinden bir pay verdiği takdirde, insanlık mertebesinden ve hatta akılsız mahlûklardan daha aşağı mertebelere düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

 

Alemlerin Rabbi Allah (c.c.) Maide Suresi’nde (116-117) Hz. İsa’ya “Ey Meryem oğlu İsa! insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve annemi iki ilâh edinin diye Sen mi söyledin?”  sorusuna Hz İsa’nın Allah’a (c.c) cevaben “Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim. Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin dedim...” dediği gibi; Tabiatı teşkil zerrelere “siz mi ilahlık iddia ettiniz” diye sorulduğunda, kendisine kudret vermek suretiyle hakkına ve hukukuna tecavüz edilen bütün zerreler ayrı ayrı insandan şikayetçi olacak ve; “Ey Rabbimiz biz kudret sahibi olduğumuz iddiasında bulunmadık, lakin senin kudretini ve tasarrufunu inkar ederek asi olan insan bize kendince bir kudret ve kuvvet verip bizi senin kulun olmak şerefinden mahrum etmek istedi ve bizi Rab olmakla itham etti, biz de bu insandan davacıyız” diyerek hak talep edecekler.

 

Hasılı kelam, Ey akıl nimetiyle şereflenip insan olan insan; hayatsız, akılsız, iradesiz, ilimsiz, şuursuz tabiat adı verilen ölüler, akılsızlar, iradesizler, cahiller, şuursuzlar topluluğuna akıllı deyip deli olma, şuurlu deyip dengeyi bozma, ilim verip cahil olma, hikmet verip asi, hain, zalim olma.

 

Aksi takdirde bütün zerrelerin, dolayısıyla kâinatın hem davacı ve hem de şahit olduğu büyük mahkemede, sanık olarak yargılanarak kasıtlı olarak işlediğin büyük suçunun neticesinde belki (Hafazanallah) ebedi idam ile mahkûm olacaksın.

 

"Allah (c.c) her türlü noksan ve kusurdan münezzehtir. Mutlak ilim ve hikmet sahibi, Alîm ve Hakîm olan ancak O’dur (c.c)" 

 

 

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • H.Y.F 05 Haziran 2024 23:18

    Teşekkürler Adnan bey kaleminize sağlık yüreğinize sağlık...

  • Osman Berktaş 05 Haziran 2024 18:04

    Güzel bir yazı idi. 2 mısra ile özetlenirse; İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez. Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez. - Ziya Paşa