Ey Gidi Andre
Yazdın ya dar kapıyı
Açıldı bana bir pencere.
10 Eylül Gecesi
Gecenin geç saatlerinde düşünüyorum, her zamanki gibi. Hafızamın kayda değer bir bölümünde, önlüğümü giymişim, yayılan hoş kokular eşliğinde çıkan mahsulü raflara dizerken bilginin üretilmesi için canhıraş çalışıyorum (saksıyı çalıştırıyorum); değirmeni boş bırakmıyorum, öğütüyor. Şimdilik değirmene okuduğum kitaplardan işe yarar olanları taşıyorum. Kitap okurum, yani bu sebeple okurum. Kendime çelikten bir zırh dokurum.
Bu sabah günlük yazmaya karar verdim. Neler yazarım diye düşünürken Andre Gide'in Pastoral Senfoni’sini hatırladım. Daha önce okumuştum; üç saat sürmedi, tekrar okudum. Dar Kapı’yı da okumuştum. Gün ışıyınca ona da el atarım elbet. Nerden bulaştım bu işe bilmiyorum. Günlük okumak başka ama yazmak niye? Ben kendime katlanamıyorum, sizler benim yazdıklarıma nasıl katlanırsınız, bilemeyeceğim. Dar Kapı’yı şiddetle tavsiye ederim. Okuyunuz, şiddetle okuyunuz. “Şeddedle” demek daha uygun aslında. Arapça az çok bilirim; şedde, bir ünsüzün iki kez okunması gerektiğini gösteren bir imladır. Ben okudum bir kez, ikinci kez okuyacağımdan şeddeliyorum: “darr kapı.”
Bu sabah işte bu dar kapıdan girmiş oldum. Daralıyorum Allah’ım, genişlet yüreğimi. Genişlet ilmimi. Bu daralma biraz da değirmenime atacak mahsul bulamamaktan. Atalet hastalığına yakalanmışım küçüklüğümde. Bu maraz kolay kolay bırakmaz yakayı. Baştan söyleyeyim: boş zaman yoktur. Boş diye bir şey yoktur. Boş dediğimiz ne varsa doludur. Doldurulamayacak boşlukları biz baştan oluştururuz. Asla dolmaz, doldurulamazlar. Yokluk da, boşluk da aynıdır. Biz üretiriz. Uzayda boşluk var diyorlar. Var denilen şey vardır. Kime sorsanız, alacağınız cevap “yok”tur. Ama boşluk var derken aslında “var” demiyor muyuz? Demek ki var. Düşünceme göre boşluk, varlıktan daha çok yer kaplamaktadır. Sadece göremeyiz. Zaten neyi görüyoruz ki? Görebilme yetimiz çok kısıtlı. Bakarız, ama göremeyiz.
Belki ilgisiz olacak ama... var olmaktır gaye. Ben şu an var olmanın mücadelesini veriyorum. Sizler de öyle. Bir bakıma varız da... Umarım varızdır. Herkes kendini yoklasın bakalım. Var mıyız? Ben yokladım; varmışım. Kitaplar okunursa hep var olmanın mücadelesi verilmiş olacak.
Sabahı bekliyorum, günün ışımasını. Bu sabah doğan nasipli güneşe artık günlük yazdığımı söyleyeceğim. En ustaları günlük yazmanın, güneşlerdir. Her gün mü? Her gün. Yazarlar günlüklerini. Sevinecekler bu işe. “Bizden de bahset,” diyeceklerdir. Mümkün mü onlarsız günlük yazmak, onlardan bahsetmemek? Gün ışısın, ilk müjdeyi vereceğim nasipse bugün doğacak şanslı güneşe.