Magazin Haber Girişi : 08 Ekim 2021 14:39

‘Türk Petrol’ Davası Uğrunda Can Veren Bir Gazeteci: Raif Karadağ

‘Türk Petrol’ Davası Uğrunda Can Veren Bir Gazeteci: Raif Karadağ

Raif Karadağ, 23 Nisan 1920 tarihinde Yunanistan’ın Yanya şehrinde doğdu. Babası Yanya eşrafından bankacı Süleyman Bey, annesi Selime Hanımdır. Selver Hanım’la evlendi. Bu evlilikten Murat ve Ferhat adlı çocukları doğdu.

Babası Süleyman Bey, Lozan Antlaşması hükümleri gereğince Yunanistan ile yapılan mübadele sonrasında Pendik’e yerleştiğinde Raif Karadağ henüz 4 yaşındadır. Tahsiline ilişkin olarak Pendik İlkokulu ve Kadıköy Ortaokulu’nu bitirdiği bilgilerine ulaşılabilmektedir.

Okumaya yoğun ilgisi olduğu bilgisinin yanı sıra Rumca, Osmanlı Türkçesi ve İngilizceyi de bilmesi Raif Karadağ’ın kendisini yetiştirmiş olduğunun delilidir. Osmanlı Türkçesi ve İngilizce bilgisi sayesinde ilgili arşivlerde yapmış olduğu çalışmalar sayesinde ulaştığı bilgiler eserlerini kıymetli hale getirmiştir.

Gazetecilik mesleğine 1952 yılında; Yeni Büyük Doğu gazetesinde başlamıştır. Sonrasında Son Havadis, Tercüman ve Bizim Anadolu gazetelerinde çalışmıştır. Meslek hayatı boyunca özellikle Osmanlı Devleti’nin son dönemi ve Sanayi Devrimi sonrası gelişen enerji ihtiyacının odak noktası olan petrolün bulunduğu bölgelerdeki hâkimiyet mücadelelerini konu edinen araştırmaları kitaplaştırılmıştır.

Petrol Fırtınası isimli eserinin yanı sıra; Binbir Gece Masalları, Şark Meselesi, Muhteşem İmparatorluğu Yıkanlar, Musul Raporu, Uyvar Önünde Türk Gibi, 10 Temmuz İnkılabı ve Netayici, Türk Hariciyesinin Çetin Sınavı Kıbrıs, İsrail Ortadoğu ve Amerika, Deryaları Dize Getirenler, Sengotar’da Osmanlı Ordusu isimli eserleri mevcuttur.

Raif Karadağ’ın araştırdığı konuların özelliği kadar vefatının üzerindeki gizem de dikkat çekicidir. Yazar, Musul ve Türkiye’deki petrol potansiyeli konularında araştırma yapmak üzere dönemin yetkililerince görevlendirilmiştir. Uzun süren uğraşlar sonucunda elde ettiği bilgileri dönemin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı’na sunmak üzere davet edildiği Ankara’da, Başbakanla yapacağı görüşme öncesinde, 22 Aralık 1973 tarihinde kaldığı otelin odasında ölü bulunmuştur.

‘Türk Petrol’ Davası Uğrunda Can Veren Bir Gazeteci: Raif Karadağ

Gazeteci Karadağ’ın onlarca yıl araştırmalarına konu ettiği Türkiye’nin petrol meselesi, onun 1973 yılındaki şüpheli ölümünde de başrolü oynamıştır. 1964 yılında dönemin Sanayi Bakanı Mehmet Turgut tarafından Ankara’ya çağrılarak görevlendirilen Karadağ, yıllar içinde 15 bin kilometre kadar bir yolda araştırmalarda bulunmuştur.

Babasının vefatından 42 yıl sonra bir röportaj veren Raif Karadağ’ın oğlu Murat Karadağ, babasının araştırmalarından sonra kendisine ‘yabancılar tarafından birçok kuyu açıldığını, hepsinde petrol bulunduğunu fakat ilerleyen yıllarda tekrar açılacağı ifade edilerek kapatıldığını’ söylediğini kaydetmiştir.

Raif Karadağ’ın vefatı ise yine devlet tarafından görevlendirilmesi üzerine Diyarbakır-Musul hattına gidip 5 yıl boyunca gerçekleştirdiği petrol araştırmalarından sonra olmuştur. Araştırmalarının sonuçlarını rapor haline getiren Karadağ, 1973 yılının 9 Aralık’ında Ankara’ya gitmiştir. Yine oğlunun ifadeleriyle 10 Aralık Pazar günü Süleyman Demirel, 13 Aralık Perşembe günü Cumhurbaşkanı ile randevuları olan Karadağ, 13 Aralık Çarşamba günü Ulus’ta bulunan Cihan Palas’taki odasında ölü bulunmuştur. Yatağının başucunda bir kalp ilacı bulunan Karadağ’ın ölümüne ilişkin şüpheleri artıran detay ise Raif Karadağ’ın kalp rahatsızlığı veya farklı bir hastalığa sahip olmaması ve böyle bir ilacı daha önce kullandığını oğlu da dahil olmak üzere kimsenin görmemesi.

Karadağ’ın Bizim Anadolu gazetesinden meslektaşı ve yakın arkadaşı Necdet Sevinç, arkadaşının Rus casuslar tarafından zehirlenerek öldürüldüğü iddiasını ortaya atmış ve buna ilişkin yazılar kaleme almıştır. Farklı iddialar ise Karadağ’ın Musul’daki araştırmaları nedeniyle İngilizler tarafından öldürüldüğü yönündedir. Şüpheli ölüm, tahkikatın ilginç bir şekilde genişletilmemesi ve otopsiye ihtiyaç duyulmadığının beyan edilmesi üzerine asla aydınlatılamamıştır.

Raif Karadağ, doğal kaynak çıkarma kavgasının mesela İran’da Musaddık’a darbeyle sonuçlandığını anlatmıştır. Günümüzdeyse sömürgecilik işgalle değil, dev şirketler yoluyla gerçekleşiyor. Ülkemizde de son olarak Necdet Pamir, doğalgaz arama ve çıkarma işinin dev Schlumberger firmasından hizmet alarak yapıldığını açıkladı. Aktörler değişse de bu topraklarda hikaye hep aynı…

Yeni Sakarya Gazetesi yazarı Lütfi Salkım tarafından kaleme alınan ‘Raif Karadağ’ın Esrarengiz Ölümü’ başlıklı yazıyı size aktarıyoruz;

“1973 senesinde, dönemin cumhurbaşkanı ve başbakanı’ ile görüşmek üzere Ankara’da bulunan yazar, kaldığı otelin odasında ölü bulundu. Bilindiği üzere, sıhhatli olarak gitmişti Ankara’ya… Gerçekleşemeyen görüşme, dünyadaki petrol rezervlerinin büyük bir bölümüne sahip olan Müslüman ülkelerden biri olan Türkiye’nin petrol yatakları konusu üzerineydi.

Raif bey, petrolün dost ve düşman tayininde belirleyici bir maddî değer oluşunu önemsiyordu. Besbelli ki sınırlarıyla yetinmeyen büyük devletlerin, ekonomik ve stratejik menfaat icabı ham madde kaynaklarına sahip olmak istemesi, ‘Petrol Fırtınası”nı yazdırmıştı Raif Bey’e…

Esrarengiz ölümü ise, ister istemez, mevcut güçler arasındaki petrol çekişmelerini deşifre eden ‘Petrol Fırtınası’ ile ilişkilendiriliyordu..Hattâ Necdet sevinç büyüğümüz, 70’li yılların efsanevi gazetesi bizim Anadolu’da, Raif Karadağ ’ın Rus casuslar tarafından zehirlenerek öldürülmüş olabileceğine işaret ediyordu.

‘Petrol Fırtınası’ sırf petrol bulunan ülkeler için özel önlem (!) alan ve petrolün önemini keşfeden dönemin küresel çetesini rahatsız edecek nitelikte bir eserdi çünkü…

Meselâ, İngilizlerin desteğiyle Irak Kralı olan Şerif Hüseyin’in büyük oğlu Faysal’ın zehirlenerek öldürüldüğünden bahsediyordu Raif Bey…

Irak petrolleriyle ilgili olarak İngiltere’de görüşmeler yaptıktan sonra İsviçre’ye giden faysal, 7 eylül 1933’de, kaldığı otelin odasında ölü bulunmuştu. tıpkı Raif bey’in esrarengiz ölümü gibi…

Savaşın ve barışın, özellikle hammadde kaynaklarının bulunduğu sahalar üzerinde söz konusu olması bir tesadüf müydü yoksa?

Öte yandan, sultan II. Abdülhamit, bundan 100 küsur yıl evvel, hazırlattığı “petrol haritasında, Anadolu topraklarındaki petrolü gözlemlemekle birlikte, petrol yataklarını ayrıntılı bir şekilde irdelemişti. Meraklısı, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nün Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan Osmanlı Döneminde ırak” adlı kitaba başvurabilir.

Petrol, tükenir özellikte bir kaynaktı, fakat bugün gibi dün de dünyanın en kıymetli hammaddesiydi.

Raif bey, dünyada yaşanan petrol mücadelesinin ‘5N 1K’ tarafını sorguladı: Ne, ne zaman, nerede, neden, nasıl ve kim tarafından… Kısaca kendisini anlatmaya çalıştığımız Raif Karadağ, ülkemizde ses getiren dört kitabıyla tekrar okurlarıyla buluştu.

DÖRT KİTABIYLA RAİF KARADAĞ

(Bulut Fikret Çöloğlu)

Araştırmacı kimliğiyle yaptığı, merak uyandıran yorumlar ve teşhisler. Gazeteci kimliğiyle de öneriler sunmaktan ziyade, gerçekleri açık biçimde halka sunma ızdırabı. İnce, gizli ve ağır, açık eleştiriler. Hikaye, roman tarzında akıcı, sade anlatım. Zaman zaman da cümleler, resmi evrak gibi fotoğraflıyor hayatı. Çarpıcı misallerle dolu savları, esrarengiz iddiaları bünyesinde barındırıyor. Edebi kimliğini de eserlerine yansıtan merhum yazar Raif Karadağ, belki de yazmak istediklerinin çoğunu yazamayan, ama yazdıklarıyla da toplumumuzun geniş kitlelerine hitap eden bir şahsiyet.

Şark Meselesi:

Anlatılmak istenen genel sorun batılı milletlerin genel karakterleri, harici siyasetleri, doğuyu sömürgeleştirmelerinde kendi içlerindeki mücadeleleri ve bunların doğuya yansıması, meydana gelen olaylar. Bu sorunda Avrupa ile Asya’nın çarpışması tarihin Hürmüz’ü ile Ehrimen’i olarak tarif ediliyor.

“Türkler Avrupa’da görünür görünmez ortaya bir Şark meselesi çıktı… Papazların ve küçük küçük zorbaların idaresine kendisini rahatça teslim etmiş, şarabını içip uyuklayan Avrupa’nın kapısından içeri giren dipdiri insanlar, yepyeni bir nizam içinde akıp gelen başarılı ve muazzam kuvvetler, o zamanki Avrupalının örümcekli, bulanık kafasında bir şok tesiri yaparak, onda şifa bulmaz bir dehşet hastalığı (!) doğurmuştur. Türklerin, uyuklayan Avrupalının afyonunu patlatması hadisesi öylesine derin bir tesir yapmıştır ki, aradan yedi asır gelip geçmiş olmasına ve bir gün, eski dipdiri delikanlının, hasta adam (!) şekline sokulmasına rağmen, Avrupalının yirmi batın torunları dahi bu Türk hastalığından, Türk şokundan kurtulamamıştır.”

Petrol Fırtınası:

“Petrol üzerindeki mücadelenin sebebi hiç şüphe yok ki, onun enerji kaynağı olmasıdır. Sanayi Devrimi sonrasındaki endüstriyel gelişmelerin sürdürülebilirliği, enerji hammaddesi olarak petrolü zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluk, petrolü ve pek tabii olarak petrol rezervinin çok yüksek düzeyde olduğu tespit edilen bölgeleri vazgeçilmez hale getirmiştir. 19. yüzyılın son çeyreği ve 20. yüzyılın ilk yarısı boyunca bu bölgelerdeki hâkimiyet mücadeleleri had safhaya varmış ve taraflar, petrolü elde edebilmek için akıllara durgunluk veren çapraşık, karanlık ve gayr-i insanî yollara müracaat etmekten geri durmamışlardır. Bu mücadele sürecinde rezerv bölgelerinde yaşayan insanların taraflar nezdinde zerrece kıymeti olmamıştır. Bunu teyit sadedinde 1936 yılında W. Churchill, Avam Kamarası’nda petrol ve İngiltere’nin menfaatlerinin müzakeresi esnasında “Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir” sözünü sarf edecektir. Yine bu mücadelenin taraflarından bir diğeri olan Fransa’nın Başbakanı G. Clemenceau I. Dünya Savaşı sürerken, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı W. Wilson’a gönderdiği telgrafta “Eğer müttefikler harbi kazanmak istiyorlarsa; Fransa’nın kana olduğu kadar petrole de muhtaç olduğunu bilmelidirler” ifadesini kullanacaktır.”

Muhteşem İmparatorluğu Yıkanlar:

“Biz şuna kaniiz ki, bir millet eğer tarihini bilmiyorsa, tarihi yanlış öğretiliyor ve bilerek başka bir istikamete sevkediliyorsa, o millet için çöküş mukadderdir. Pek geriye değil, yüz yıl evveline dönüp baktığımız vakit, Türk devletinin, Osmanlı adı altında dünya siyasi haritasında işgal ettiği yerleri dehşet ve ibretle görürüz. Üç kıtaya yayılmış devasa bir imparatorluktan, dünyanın en kudretli iki donanmasından birisine sahip olduktan, dünyanın en modern harp tekniğine göre hazırlanmış ve devrinin bütün askeri otoritelerinin gıptasını çekmiş kudretli bir orduya sahip bir devletten geride kalanlarla meydana gelmiş küçük bir devlet durumuna nasıl indirildiğimizi anlamak cidden pek zordur. Aklın ve idrakin reddetmeye daima meyyal bulunduğu bir anlama keyfiyetini,derinlemesine inmedikçe, Osmanlı ciddi surette tedkik edilmedikçe tesbit etmek asla mümkün değildir. Biz, işte bu anlama keyfiyetini yerine getirmek için bu tecrübeyi yaptık ve Sultan Abdülaziz Han’ın katli hadisesini ele eldık; zira, bu mevzu üzerinde, Türk milletinin salahiyetli bildiği zevatın hemen hepsinin yazdıkları, birbirlerinin devamı veya teyidi mahiyetinde olarak, daima bir istikamette gelişmiş ve hepsi bir noktada ittifak etmişlerdir: Sultan Abdülaziz katledilmiştir, intihar etmemiştir”

Musul Raporu:

“Osmanlı İmparatorluğunun kesin tasfiyesinin yapıldığı yer İsviçre´nin Lozan şehridir. Türkiye Lozan´da yalnızca bir imparatorluğu ve ona bağlı kurumları değil, birçok Türk toprağını da yeni devletin hudutları dışında bırakmıştır. Türk milleti için daima ıstırap konusu olan bu yerlerden bir tanesi de Musul´dur. Türkiye´yi Lozan´da temsil eden barış heyetinin başkanı İsmet Paşa´nın Musul´dan hangi görüş çerçevesi içinde vazgeçmek zorunda kaldığı henüz tam olarak anlaşabilmiş değildir. Ancak, Musul´un Türkiye sınırları dışında bırakıldığı da bir vakıadır ve Türk milleti, birçok ana-vatan parçasının yurt dışında bırakılması emr-i vakiine Musul örneğinde de ıstırap çekerek şahit olmuştur. Bu eser, şahsen bizim bakış açımız değildir. Eserin her satırındaki her kelime, virgülüne varıncaya kadar, yabancılardan kurulu bir heyetin hazırlayarak Cemiyet-i Akvam´a sunduğu gerekçeli raporun kendisidir.”

 

Kaynak: Biyografya, tamgaturk.com, yenisakarya.com, Türkiye Siyaset Bilimi Dergisi (Recep TEMEL, biyografi.net, TRT Haber,